وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
ve lâ tenfeu
ve fayda vermez
eş şefâatu
şefaat
inde-hû
onun yanında, katında, huzurunda
illâ
ancak, den başka
li
için
men
kim, kimse(ler)
ezine
izin verdi
lehu
ona
hattâ
hatta, olunca
izâ
olduğu zaman
fuzzia
dehşete kapıldı
an kulûbi-him
onların kalplerinden
kâlû
dediler
mâzâ
ne
kâle
dedi
rabbu-kum
sizin Rabbiniz
kâlû
dediler
el hakka
hak
ve huve
ve o
el aliyyu
âli, çok yüce
el kebîru
kebir, çok büyük