وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
ve beşşir
ve müjdele
ellezîne âmenû
âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler, îmân edenler
ve amilû
ve yaptılar
es sâlihâti
salih ameller, nefsi tezkiye edici
enne
olduğunu
lehum cennâtin
onlar için cennetler vardır
tecrî
akar
min tahti-hâ
onun altından
enhâru
nehirler
kullemâ
her seferinde, her defasında
ruzikû
rızıklandırılırlar
min-hâ
on(lar)dan, oradan (orada)
min semeretin
ürünlerden, mahsullerden, meyvelerden
rızkan
rızık olarak
kâlû
dediler
hâzellezî (hâzâ ellezî)
bu ki (o şey)
ruzık-nâ
biz rızıklandırıldık
min kablu
önceden, daha önce
ve utû
ve verildi
bi-hi muteşâbihan
ona benziyen, ona benzer
ve lehum
ve onlar için (vardır)
fî-hâ ezvâcun
orada eşler
mutahharatun
temiz olan, temiz
ve hum
ve onlar
fî-hâ hâlidûne
orada devamlı kalacak olanlar