أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِّنْهُ وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إَمَامًا وَرَحْمَةً أُوْلَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَن يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلاَ تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ
e fe men
artık (o) kimse mi
kâne
oldu
alâ beyyinetin
kesin bir delil üzerinde
min rabbi-hi
onun (kendi) Rabbinden
ve yetlû-hu
ve onu okur / ona tâbî olur
şâhidun
şahittir
min-hu
ondan
ve min kabli-hi
ve ondan önce
kitâbu mûsâ
Musa'nın kitabı
imâmen
bir imam, bir rehber (önder) olarak
ve rahmeten
ve rahmet olarak
ulâike
işte onlar
yu'minûne
inanırlar (mü'mindirler)
bi-hi
ona
ve men
ve kimse
yekfur
inkâr eder
bi-hi
onu
min el ahzâbi
hiziplerden, topluluklardan
fe en nâru
böylece ateş
mev'ıdu-hu
ona vaadedilen yer
fe lâ teku
öyleyse olma
fî miryetin
şüphe içinde, şüphede
min-hu
ondan
innehu el hakku
(muhakkak ki o) çünkü o haktır
min rabbi-ke
senin Rabbinden
ve lâkinne
ve lâkin, fakat
eksere en nâsi
insanların çoğu
lâ yu'minûne
inanmazlar, mü'min olmazlar