قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِلِقَاء اللّهِ حَتَّى إِذَا جَاءتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُواْ يَا حَسْرَتَنَا عَلَى مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ أَلاَ سَاء مَا يَزِرُونَ
kad hasira
hüsrana düştüler
ellezîne
o kimseler
kezzebû
yalanladılar
bi likâi allâhi
Allah'a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah'a ulaştırmayı)
hattâ,
hatta, öyle ki
izâ câet-hum
onlara geldiği zaman
es sâatu
o saat, o vakit
bagteten
aniden, ansızın
ehli
dediler
hâzihi
bize yazıklar olsun
el karyeti
şey üzerine
farratnâ
günah işledik, aşırı gittik
fî hâ
orada
ve hum
ve onlar
yahmilûne
taşırlar
evzâra-hum
(onların) yükleri, (kendi ağırlıkları, günahları)
muttekiîne
sırtlarında
e lâ sâe
ne kötü değil mi, öyle değil mi?
mâ yezirûne
yüklendikleri şey