وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِن بَعْدِيَ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ وَأَلْقَى الألْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُواْ يَقْتُلُونَنِي فَلاَ تُشْمِتْ بِيَ الأعْدَاء وَلاَ تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
ve lemmâ
ve olduğu zaman, olunca
recea mûsâ
Musa (as) döndü
ilâ kavmi-hî
kavmine
gadbâne
öfkeli, kızgın
esifen
üzüntülü, mahzun
kâle
dedi
bi'se mâ
ne kötü
haleftumû-nî
benim yerime geçtiniz, bana halef oldunuz
min ba'dî
...’den sonra
e aciltum
acele mi ettiniz
emre rabbi-kum
Rabbinizin emri
ve elka el elvâha
levhaları bıraktı (attı)
ve ehaze
ve aldı, tuttu
bi re'si
başını
ahî-hi
onun kardeşi, kardeşi
yecurru-hu
onu çekiyor
ileyhi
ona, kendisine
kâle ibne umme
dedi, anne oğlu, annem oğlu
inne el kavme istad'afû-nî
muhakkak ki bu kavim beni hakir gördü, güçsüz, zayıf buldu
ve kâdû
ve neredeyse, az kalsın
yaktulûne-nî
beni öldürüyorlar
fe lâ tuşmit
artık yüzlerini güldürme, sevindirme
biyel a'dâe (biye el a'dâe)
benimle o düşmanları
ve lâ tec'al-nî
ve beni kılma
mea el kavmi ez zâlimîne
zalim kavimle beraber, birlikte