وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَن نَّفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
ve kâle
ve dedi
nisvetun
kadınlar
fî el medîneti
şehirde
emre'etu el azîzi
azîzin (vezirin) hanımı
turâvidu
elde etmek istiyor
fetâhâ
onun emrinde olan (kölesi) genç delikanlı
an nefsi-hî
onun nefsinden
kad
olmuş
şegafe-hâ
sapan (dalâlette kalan)
hubben
sevgi, aşk
innâ
muhakkak biz
le nerâ-hâ
onu görüyoruz
fî dalâlin
bir sapıklık içinde
mubînin
apaçık