اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
allâhu
Allah
lâ ilâhe
ilâh yoktur
illâ
ancak, sadece, den başka
huve
o
el hayyu
hayy olan, diri olan, canlı olan
el kayyûmu
kayyum olan, zatı ile daimî, bâki olan, herşeyi (kâinatı) idare eden
lâ te'huzu-hu
onu almaz (ona olmaz)
sinetun
uyuklama hali
ve lâ nevmun
ve uyku yoktur, olmaz
lehu
onun
mâ fî es semâvâti
göklerde olan şeyler
ve mâ fi el ardı
ve yeryüzünde olan şeyler
men zâ
kim sahiptir (yetkiye sahiptir)
ellezî
o kimse ki, o ki
yeşfeu
şefaat eder
inde-hu
onun katında, yanında
illâ
ancak, sadece, den başka
bi izni-hi
onun izni ile
ya'lemu
bilir
mâ beyne eydî-him
onların elleri arasında olan şeyler, onların önlerindeki
ve mâ halfe-hum
ve onların arkalarında olan şeyler
ve lâ yuhîtûne
ve ihata edemez, kavrayamaz,
bi şey
bir şey
min ilmi-hi
onun ilminden
illâ
ancak, hariç, den başka
bi mâ şâe
dilediği şey, dilediği
vesia
(geniştir) kapladı, kuşattı, kapsadı
kursiyyu-hu
onun kürsüsü
es semâvâti
semalar, gökler
ve el arda
ve arz, yeryüzü
ve lâ yeûdu-hu
ve ona ağır, zor gelmez
hıfzu-humâ
onları (o ikisini) koruma, muhafaza etme 33 - ve huve
el aliyyu
âlâ, çok ulu, çok yüce
el azîmu
azîm, büyük