وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
ve lev
ve eğer, şayet
şi'nâ
biz diledik
le rafa'nâ-hu
mutlaka, elbette onu yükselttik (yükseltirdik)
bi-hâ
onunla
ve lâkinne-hu
ve fakat o
ahlede
meyletti
ilâ el ardı
arza, dünyaya
ve ittebea
ve tâbi oldu, uydu
hevâ-hu
hevasına, nefsinin afetlerine
fe meselu-hu
böylece, artık onun durumu, hali
ke meseli el kelbi
köpeğin misali, durumu, hali gibi
in
eğer, olsa
tahmil
hamle yaparsın
aleyhi
ona
yelhes
solur
ev
veya, ya da, olsa da
tetruk-hu
onu kendi haline terk edersin, bırakırsın
yelhes
solur
zâlike
o, işte o, işte böyle
meselu el kavmi ellezîne
o kavmin hali ki onlar
kezzebû
yalanladılar
bi âyâti-nâ
âyetlerimizi
faksusil kasasa (fe uksusi el kasasa)
artık bu kısası anlat
lealle-hum
umulur ki böylece onlar
yetefekkerûne
tefekkür ederler