وَهُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُّخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُّتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِن طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِّنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ انظُرُواْ إِلِى ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ إِنَّ فِي ذَلِكُمْ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
ve huve ellezî
ve o (ki), (... ki) odur
enzele
indirdi
min es semâi mâen
semâdan su
fe ahracnâ
böylece çıkardık
bi-hi
onunla
nebate
bitki, nebat
kulli şey'in
herşey
fe ahracnâ
böylece çıkardık
min-hu
ondan
hadıran
bir yeşillik
nuhricu
çıkarıyoruz, çıkarırız
min-hu
ondan
habben
tane(ler)
muterâkiben
üst üste olan
ve min en nahli
hurma ağacından
min tal'ı-hâ
onun tomurcuğundan
kınvânun
hurma salkımları
dâniyetun
sarkıtılmış
ve cennâtin
bahçeler, bostanlar
min a'nâbin
üzümlerden
ve ez zeytûne
ve zeytinler
ve er rummâne
ve nar(lar)
muştebihen
benzeyen
ve gayra muteşâbihin
ve benzemeyen
unzurû
bakın
ilâ semeri-hî
onun meyvesine
izâ esmere
meyve (ürün, semere) verdiği zaman
ve yen'ı-hî
ve onun olgun hali
inne
muhakkak ki
fî zâlikum
bunlarda vardır
le âyâtin
mutlaka, elbette âyetler
li kavmin
bir kavim için, topluluk için
yu'minûne
îmân edenler