وَقَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ لَوْلاَ يُكَلِّمُنَا اللّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
ve kâle
ve dedi
ellezîne
o kimseler, onlar
lâ ya'lemûne
bilmiyorlar
lev lâ
olsa, olmaz mıydı, olsaydı ya
yukellimu-nâ
bizimle konuşur
allâhu
Allah
ev
veya
te'tî-nâ
bize gelir
âyetun
bir âyet, delil, mucize
kezâlike
işte böyle, bunun gibi
kâle
dedi
ellezîne
o kimseler, onlar
min kabli-him
onlardan önce
misle
gibi, misal, örnek, benzer
kavli-him
onların sözleri
teşâbehet
benzedi
kulûbu-hum
onların kalpleri
kad
oldu
beyyennâ
beyan ettik, biz açıkladık
el âyâti
âyetler
li kavmin
bir kavim için, bir kavme, bir topluluğa
yûkınûne
kesin olarak görenler ve bilenler, yakîn hasıl edenler (kalp gözüyle Allah'ın gösterdiklerini görüp, kalp kulağıyla Allah'ın gösterdiği şeyler hakkında verdiği bilgiyi işiten ve idrak eden ve bu bilginin hangi Kur'ân-ı Kerim âyetlerine dayandığını Allah'tan öğrenerek, seviyelerine göre sırasıyla İlm'el yakîn, Ayn'el yakîn ve Hakk'ul yakîn sahibi olan kişiler)